“2020 yılında yayınlanan “HIV/AIDS ile ilgili bilgi ve damgalanma düzeyinin ve ilişkili faktörlerin değerlendirilmesi” araştırmasında, “AIDS, Allah’ın verdiği bir cezadır.” ve “HIV’le yaşayanların ahlak dışı davranışları vardır.” gibi kalıplaşmış ön yargılı ifadelerin katılımcıların yüzde 80’den fazlası tarafından onaylandığı görülmektedir. HIV ve AIDS’in dinle ve ahlakla doğrudan bir bağı ya da alakası olmamasına rağmen sürekli olarak üretilen bu kalıp yargılar, HIV ve AIDS’e dair tabuların artmasına,kişilerin düzenli HIV testi yaptırmamasına ve tanı alsalar da tedaviye başlamamalarına neden olabiliyor.”
Bazı dine dayandırılan gerekçeler ve kalıp yargılar bir yandan bizleri ve bedenlerimizi “sağlıklı”, “fonksiyonel” ve “makbul” olmaya zorlarken, diğer bir yandan “günahkâr”, “ahlaksız” veya “tehlikeli” olduğumuzu iddia ederek ötekileştiriyor. Engelli olmamızın, bedenlerimizin “sıradan” görünmeyişinin ya da HIV ile yaşamamızın dine dayandırılan gerekçelerle yargılanmasını kabul etmiyoruz! Çünkü biliyoruz ki dini gerekçelerle yargılanıp damgalandığımızda kendimizi dışlanmış ve yalnız hissedebiliyoruz. Oysa inançlarımız üzerinden bedenlerimize düşman edilip utandırılmanın ne dini öğretilerde bir yeri var ne de maneviyatımızı korumasına bir faydası…
Bugün, bu utanç duygusu bizi her yerde takip edebiliyor. HIV statümüzü öğrenirken, sosyal hayatın harem selamlık düzeninde var olmaya çalışırken, başörtü takma/çıkarma kararını verirken, dini eğitimlerimizi ikili cinsiyet düzeninde alırken, jinekoloji muayenesine giderken ve daha birçok alanda utandırma ile karşılaşıyoruz. Ne kadar Müslüman ne kadar kadın/erkek/ikili cinsiyet dışı(NB) ya da ne kadar sağlıklı olduğumuzla yargılanıyoruz. Bu yargılamaların birbirine utandırma ile bağlı olduğunu görüyoruz. Dine dayandırılan gerekçelerin ve kalıp yargıların gerçek olmadığını, bunları ortaya çıkaran nedenlerin de asli olmadığını biliyoruz.
Bize yabancılaştırılan bedenlerimizi, yuvalarımızı geri istiyoruz!
Ailemizde, okulumuzda, iş yerimizde, sosyal hayatımızda ve mahallelerimizde bedenlerimizin “tehlikeli” ve “günahkâr” olduğu fısıldanıyor. Bazen “hatalarımızın cezası”, bazen “seçimlerimizin sonucu”, bazen bir “imtihan”, bazen de bir “kayıp” olduğumuz söyleniyor. Bu sözlerin arkasında aslında bedenlerimizle savaş halinde olmamız isteniyor. Bu anlatıları kabul etmiyor, #SesimiziYükseltiyoruz !
Sayısız bakteri ve virüsle bir arada yaşarken, HIV üzerinden kimliklerimizin, bedenlerimizin, yani hayatlarımızın günahkâr olduğunu kabul etmiyoruz! Sağlık durumumuz nedeniyle günahkâr ilan edilmek, hem mahremiyetimizin ihlal edilmesi hem de dini baskıya uğramamız demek. Burada günah olan, dini bir zorbalık aracı olarak kullanarak inançlı kişileri dinden uzaklaştıran, onları ötekileştiren ve damgalayan kötü zihniyettir.
Dün ne yaptığımız veya yapmadığımız, bugün ne yaşadığımız veya yaşamadığımız bize güç ve tahakküm uygulayanların bahanesi oluyor. Bu tahakküm, din üzerinden kendini meşrulaştırmaya çalışıyor. Sadece dini gerçeklerden değil, bilimsel gerçeklerden de oldukça uzak olan bu tahakküm sistemini tanımıyoruz.
Utanç duymadan önce utanmayı öğrenen ve utandırılan tüm bedenlere;
Barındığımız bedenlerimizin eşsizliği ve biricikliği,
Özgürlüğün ve direnişin yuvası olsun.
#SesimiziYükseltiyoruz
#SıkçaDuyduklarımız
Havle Kadın Derneği & Pozitif Dayanışma